Sıradan delilik öyküleri- Bukowski


0
5 shares

”Sessiz ve gizli bir ün benimki. Ön bahçemde insanların çadır kurduğu bir Henry Miller olmayacağım hiçbir zaman. Tanrılar cömert davrandılar bana, beni hayatta tuttular. Hala mücadele ediyorum, not alıyorum, gözlemliyorum, bir fare misali kolumdan yukarı koşan mucizeyi hissediyorum”

Bokowski’nin öykülerini okumak kolay değildir. Fazlasıyla sabır istiyor. Bol alkol, küfür, cinsellik, hatta tecavüz sahneleri es geçmek şart 🙁

Yani sabırla ve inatla okumaya devam edildiği takdirde ancak anlaşılabilen bir yazardır kendisi. Kocaman bir çöplüğün içinde ince ince süzülen, mis gibi bir gül kokusu misali.

Ben Bukowskiyi sevdiğim için o çöplerin arasından gözlerim kapalı dolaşmayı seçtim. Seçmesine seçtim ama dinlene dinlene devam etmek zorunda kaldım 🙂 Çünkü çocukluğumdaki bazı travmalardan dolayı sarhoş kelimesine bile alerjim var ve demlenircesine içki içen insanları dinlememeyi tercih ederim. Ama Bukowski beni  elimden tutup, zorla peşinden sürükledi.

Belki de, ”Sarhoş olunca ahmaklaşan bir insanım. Ayıkken ise söyleyebilecek sözüm yoktur” itirafı beni durdurup, düşünmemi ve onu anlamaya çalışmamı sağladı.

Şu sözler ise onu sevmeye devam etmeme sebep oldu: ”Dünyanın en büyük şairiyim” dedim. ”Yaşayan mı, yoksa ölü mü?” diye sordu. ”Ölü” dedim.

Bukowskiyi anlamak gerçekten zordur. Ama anlamaya başladıktan sonra, ona kızmaktan vazgeçip, sonsuza kadar seversiniz. Hem de zaman zaman oturup, onun için ağlayacak kadar seversiniz 🙂

Bir de bütün bunları yapabilmek için bir parça onun gibi çatlak ve deli olmak şart 🙂

Ben kendimi pek normal saymadığım için ve anormal insanları daha kolay anladığım için sorun olmadı.

Gelelim ”Sıradan delilik öykülerine”… En çok ”Sülük üzerine notlar” öyküsünü sevdim. Her satırına bayıldım diyebilirim. Cümlelerdeki kelimelere yavaş yavaş enjekte edilen mizahı çok sevdim.

Ders niyetine tekrar tekrar okunabilecek bir öykü bence. O yüzden o öyküyü, sitemdeki Sevdiğim öyküler kategorisine ekleyeceğim. Ben ve isteyen herkes kolayca okusun diye 🙂

Beğendiğim diğer öyküler: ”Güle güle Watson”, ”Meslek olarak yazarlığı önerir misiniz” ve ”Sakin bir gece”.

”Sakin bir gece”, insanı sağlam köşeye sıkıştırıp, düşündürürken umutsuzluğa sürüklüyor biraz. Mesela şu iki cümle:

”Bir santimetre ilerlemek için kaç kişiyi öldürmeliyiz? Bir santimetre bile ilerleyemediğimiz için kaç kişi ölüyor?”

Ya şuna ne dersiniz: ”Cezaevi öylesine dolu ki mahkümlar yerlerde yatıyorlar. İnsanları satranç piyonları gibi kullanan toplum yüzünden akıl hastanesinde boş yatak yok” 🙁

Ben sayfalarca Bukowski’nin öyküleriyle ilgi yazabilirim, ama fazla uzatmadan toparlayayım.

Kitabı okurken beni en çok etkileyen sahne, ”Hür hayvanat bahçesi” öyküsünde, By Jenings’ın yeni doğmuş oğluna bakarken düşündükleri: ”Şu doğum işi. Ve ölüm. Herkes sırasını savıyordu. Yalnız geliyor, yalnız gidiyorduk. Ve çoğumuz yalnız, korkulu hayatlar yaşıyorduk. Tarifsiz bir keder kapladı içimi. Ölüme mahküm bu hayatları görmek. Bu yeni hayatçıkların nefrete, sıkıntıya, nevroza, aptallığa, korkuya, cinayete, hiçliğe dönüşeceklerini bilmek- yaşamda hiç, ölümde hiç”.

En çok sevdiğim cümle ise:”Yanaklarımdan aşağı gözyaşlarımın süzüldüğünü hissettim. Bacakları olmayan ağır ve anlamsız şeyler gibi sürünerek. Deliydim.Gerçekten delirmiş olmalıydım”. Başlı başına bir öykü yazdırabilecek bir cümle 🙂

Bu öyküleri mutlaka okuyun derim.

 

 

 


Like it? Share with your friends!

0
5 shares
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir