Ressam olma hasreti


0
2 shares

”Ben bu tavan arasına taşındıktan sonra bu işin farkına vardım.

Benim pencereler Galata Kulesi’nin ikinci kat kemerleriyle bir seviyede.

Denizleri, damları, sokakları, dağları, gemileri ve ağaçlıklarıyla bütün İstanbul’u kuş bakışı yukarıdan, kabartma bir oyuncak harita gibi görüyorum.

Şimdi farkına vardığım işi söyleyeyim.

İstanbul havasına göre, bazen yağlı boya, bazen sulu boya, bazen pastel ve bazen kara kalem oluyor 🙂

Bunun şairane bir tesbih diye söylemiyorum. Başka şehirler de mi böyledir, bilmiyorum. Fakat İstanbul, mesela dün kurşuni, kapalı bir hava dekoru içinde kara kalemle yapılmış bir resimdi. Bütün renkleri siyah ve beyaza irca olunmuştu.

Oysa ki, üç gün önce  alev alev, alacalı bulacalı bir güneş batması havası altında İstanbul acemi bir ressamın, kötü bir yağlı boyasından çıkartılmış, baskısı berbat bir kartpostala benziyordu.

İstanbul geceleri pastel oluyor. Pastel boyalar tüylü kurşuni kağıtlata işlenir ve ufacık bir temasla dökülüverirler.

İstanbul’un, hele hele Üsküdar kıyılarına doğru, ay ışıklı geceleri işte böyle tüylü, kurşuni kağıtlara pastel boyasıyla yapılmış gibi 🙂

Ressam değilim. Olmak isterdim. Fakat şu tavan arasına geldim geleli ressam olmak isteği içimde bir hasret biçimini aldı”.

NAZIM HİKMET bu yazıyı 1936 yılında yazmış.

Bence İstanbul bundan daha güzel anlatılamaz 🙂 Gerçi hiç kimse hiçbir şehri Nazım Hikmet kadar güzel anlatamaz ya 🙂

 

 

 


Like it? Share with your friends!

0
2 shares
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir